26 Şubat 2012 Pazar

Fetih 1453


Yönetmen: Faruk Aksoy
Senaryo: Atilla Engin, İrfan Saruhan
Oyuncular: Devrim Evin, İbrahim Çelikkol, Dilek Serbest

Hepimizin bildiği gibi, Türk sinema tarihi için neredeyse ilk olabilecek nitelikte görselliklere sahip olduğu söylenen bir film girdi gösterime, üstelik film bir çağın kapanıp yenisinin başlamasını sağlayan İstanbul'un fethini anlatıyordu. Hal böyle olunca da bu filme gitmemek olmazdı, ben de geçtiğimiz günlerde Fetih 1453 filmini seyrettim.

Filme ilgili onlarca eleştiri yapılabilir ancak kesinlikle Türk sinema tarihinde bir ilk olma özelliği taşıyor. Ancak film öyle kötü bir yönetmenin elinden çıkmış ki, maalesef insan böyle bir konunun bu derece kötü ellerde heba olmasına üzülüyor.

Öncelikle oyuncu seçimlerini kim yaptıysa kendisinin piyasadan çekilmesini istiyorum. Bu kadar kötü bir oyuncu seçimi olamazdı. Seçimler kötü olduğu gibi oyunculuklar da vasatın altında kalıyor, etkileyici tek bir performans yok.

Ortaokuldan bu yana Tarih derslerinde bize anlatılan Fatih Sultan Mehmet, Osmanlı tarihinin en zeki, en başarılı padişahıyken filmde Fatih Sultan Mehmet için ne sünepe bir adammış bu diyebiliyorsunuz. Bunun yanında, herkes için İstanbul'u Fethi'ni efsaneleştiren hikaye gemilerin karadan yürütlmesidir. Ben filmde en çok buna yer verilmesini beklerken, utanmasalar buna hiç yer vermeden geçeceklermiş. Bu fikir nerden geldi, Fatih böyle bir fikri olduğunu söylediğinde çevresindekiler ne tepki verdiler, nasıl uygulanmaya koyuldu bütün bu detaylar atlanarak 2 dakikalık bir sahneyle böylesine efsane bir hikayeyi nasıl geçiştirirler anlam veremiyorum. Bu senaryonun ne derece başarısız ve kalitesiz ellerden çıktığını gösteriyor, bu açıdan tam bir facia.

Yine yönetmenimiz ve senaristlerimiz Hollywood yapımı savaş filmlerinin vazgeçilmezi aşk hikayesini de atlamamışlar, çok gereksiz iki karakteri sürekli gözümüze sokarak onların aşkından bahsetmişler. Onca önemli ve vurucu detay dururken sen iki yan karakterin aşk hikayesini gereksiz yerlerde zırt pırt gözümüze sokarsan, altın ahududunun en büyük adayı olursun. Bu aşk hikayesi yüzünden Ulubatlı Hasan Fatih'ten daha ön planda, inanın tarih bilmeyen biri izlese Ulubatlı Hasan'ı padişah sanabilir.

Savaş sahnelerini, ben kötünün iyisi olarak nitelendiriyorum. Zaten film de ancak bu sahneler sayesinde bir ilk olma özelliği taşıyor. Bu sahneler ve hikayenin efsaneliği filme rekorlar kırdırıyor zaten. Bir ufak eleştiri de bizansın karakterlerinin kullandıkları dile, arkadaş bu adamlar neden akıcı Türkçe konuşuyor, bir ara dublajlı film izler gibi hissettim kendimi.

Başlarda da söylediğim gibi onlarca eleştiri var ancak film hikayesinin efsaneliğinin ekmeğini yiyor daha da yiyecektir. İzlemek için sebep aramaya da gerek yok aslında, en azından böyle filmlerin daha iyilerinin de çekilebilmesi için gidip görmek gerekir diye düşünüyorum. Ancak mümkünse böyle filmleri Amerikan çakması gençlik filmlerinin yönetmenleri değil de daha düzgün, başarılı yönetmenler çeksin. Mahsun'a bile razıyım ben kendi adıma.

Şimdiden izleyecek herkese iyi seyirler..

3 Şubat 2012 Cuma

We Need To Talk About Kevin


Yönetmen: Lynne Ramsay
Yazan:  Lynne Ramsay, Rory Kinnear, Lionel Shriver (Roman)
Oyuncular: Ezra Miller, Tilda Swinton

Hep söylüyorum, yine söylüyorum, söylemeye de devam edeceğim, film festivallerinin en güzel taraflarından biri de gösterime girmeyen belki hiç girmeyecek filmleri izleme şansı bulmamız.

Kevin Hakkında Konuşmalıyız da bu kapsama giren filmlerden biri. Filmekimi 2011 kapsamında gösterilmişti. Bazı yorumcuların yurtdışı festivallerde izleyip, beğendiğini söylediği bu filmi festivalde izlemiştim.

Film, doğuşundan itibaren sorunlu olan bir çocuğun, nasıl psikopat haline geldiğini göstererek, bu çocuğun annesinin hayatını nasıl değiştirdiğini anlatıyor. Özgürce gezen kadının kazara sahip olduğu çocuğu istemeyişi, bütün bunların sonunda sorunlu olan çocuğa karşı duyduğu suçluluk duygusu filmin baskın tarafları. Filmin ismine aldanmayın, konuşmalıyız diyorlar ama filmde diyalog o kadar az ki, izlediğinizde şaşırıyorsunuz. Diyaloğa gerek bırakmadan, oyunculuklarla anlatıyorlar her şeyi. Kevin'ın ergenlik çağındaki halini oynayan Ezra Miller üst düzey oyunculuğuyla filmin dikkat çeken karakterlerinin başında geliyor. Yine anne rolünü üstlenen Tilda Swinton bir annenin yaşayabileceği bütün o ağır duyguları film boyu size de yaşatıyor.

Film, Lionel Shriver'in nobel ödüllü romanından uyarlama. Genellikle kitaplardan sinemaya uyarlanan filmleri, ayrıntıları kaçırmaları yüzünden çok beğenmesem de, kitabını okuyamadığım bu film için bir yorum yapamıyorum. Sadece filmi beğendiğimi söyleyebilirim.

Film, bir çocuğun annesiyle, annesinin kendi kendisiyle olan hesaplaşmalarını anlatıyor. Sevgi ne kadar, ne zaman hak edilir, karşılık beklemeden, suçlamadan nasıl sevilir, sevmezsek karşımıza neler çıkar, ne kadar sorumlu hissederiz gibi aileye dair temel kavramları sorguluyor aslında. Çocuk yapmayı düşünenler, sonuçlarını düşünmeden mi yapıyor? Çocuğuna kendi dünyasından ödün vererek ne kadar sevgi gösterebiliyor bütün bunlar film sonunda düşünebileceklerinizden sadece birkaçı. 

Sürpriz bir şekilde film Türkiye'de gösterime girdi. Çok fazla sinemada oynamıyor fakat araştırıp gitmenizi tavsiye ediyorum.