24 Nisan 2012 Salı

Yeraltı



Yönetmen: Zeki Demirkubuz
Senaryo: Zeki Demirkubuz
Oyuncular: Engin Günaydın, Serhat Tutumluer, Nergis Öztürk, Nihal Yalçın

"Akıllı bir adam kendine karşı acımasız değilse gururlu da olamaz"

31. İstanbul film festivali kapsamında, bir gala gecesi tadında izlediğim Yeraltı, yazmakla bitmeyecek güzelliklere sahip bir film. Kıskanmak filmiyle çıtayı kendine göre biraz daha aşağıya çeken yönetmenimiz bu filmiyle çıta falan bırakmıyor.

Film Ankara'da yaşayan bir memurun yerüstünde yaşadığı yeraltı dünyasını anlatıyor. Onun düşüncelerini, davranışlarını, kabullenişlerini, gizli hırslarını, bilinçaltında sımsıkı tuttuklarını, özetle iç dünyasında ne yaşıyorsa onu gösteriyor film. Filmin Ankara'da geçmesini doğru buldum, sonuçta Ankara düz bir memurun gündelik yaşamını daha iyi yansıtan bir şehir ya da bu etiket üzerine yapışmış. Ancak filmin Ankara'da geçtiğini sadece filmin başında anlayabilirsiniz, şehir çok önemsenmemiş gibi geldi bana.

Bana göre nefis görüntüler var filmin içinde, hazırlanış itibariyle bazı noktalarda filmin içine girip o anın fotoğrafını çekmek istedim. Görüntüler genel olarak karanlık, filmin atmosferi karanlık olunca böylesi görüntülerde güzel gidiyor. Mizansen üstadı yine yeteneğini konuşturmuş.

Kurgu itibariyle film çok iyi ayarlanmış, dengede bir akış yerine yükselen alçalan bir akış filmin hem etkileyiciliğini artırıyor hem de seyircinin sıkılmasına engel oluyor. Kameranın genele değil de özele odaklanışı da  karakter hikayesi anlatan film için çok uygun olmuş ki genelde Demirkubuz tarzı diye nitelendirilebilir bu durum.

Oyunculuklara gelirsek Engin Günaydın ne tarzda olduğu farketmeksizin bir karakter oyuncusu olduğunu herkese ispatladı, lütfen Engin Günaydın varsa güleriz tiribine girip de bu adamın filmlerine girmeyin, o artık Burhan Altıntop değil! Nergis Öztürk, Serhat Tutumluer, Nihal Yalçın gibi güçlü oyuncuların yan karakterler olarak sergilediği üst düzey performans filmi güzel kılan diğer nitelikler. Tek anlayamadığım Sarp Apak tercihi, ben bir yönetmen olsam, Sarp Apak'ı sete almam. Zaten kendisi yaklaşık 3-4 sn görünüyor, diyaloğu yok.

Bahsetmeden geçerşem çatlarım diyebileceğim, bana göre Türk sinema tarihinin efsane sahneleri arasında yerini almış yemek sahnesi, diyaloglarıyla, çekim açılarıyla, yaşananlarla mükemmel bir sahne nasıl olmalı sorusunun cevabı. Film sadece bu sahne için bile izlenebilir bir film.

Ayrıca filmde dış ses kullanımı bana göre güzel olmuş fakat tonlaması doğru olmamış, Engin Günaydın'ın film içinde kullandığı ses tonuyla konuşması daha güzel olabilirdi.

İzleyicilerimiz için son ve önemli bir uyarı, bu film Engin Günaydın'ın Burhan'ı oynadığı komedi filmi değildir, bu beklentiyle girip, filmin ortasında veya sonunda yaa çok sıkıcı yaa demeyin.

Mutlaka izleyin, mutlaka!

8 Nisan 2012 Pazar

Into the Abyss (Uçuruma Doğru)


Yönetmen: Werner Herzog


Bir ölüm, bir yaşam hikayesi...

Aslında bugün yazacaklarımda İstanbul Film festivalinin genel havasıyla, filmlerin nasıl gittiğiyle ve geride bıraktığımız ilk haftayla ilgili yorumlarım olacaktı. Ancak bugün öyle bir belgesel izledik ki, etkisinden kurtulmam uzun sürecek gibi gözüküyor.

Werner Herzog'un bu belgeseli Teksas eyaletinde 3 kişinin cinayetiyle hüküm giymiş iki arkadaşı inceleyerek, idam cezasını, şiddeti, suçlunun ve mağdurun tarafından bakarak, suçu ve suçluyu övmeden, aynı zamanda yermeden, müthiş detaylarıyla ele alıyor. Etkisi uzun süre üzerinizden atılmayacak bir yapım. Yazarken bile kelime bulmak da güçlük çekiyorum, ne söylesem diye.

Genel yapı itibariyle bir belgesel nasıl sıkıcı olmaz, nasıl insanı içine çeker, alır götürür, izlediğinizde görüyorsunuz. Sahneler, müzik, insanlar, sorular, cevaplar, hikayeler..aklınıza kazınıyor. 

Zamanı sorguluyorsunuz, yanlışları başka yanlışlarla nasıl da acımadan kapattığınızı, hayatınızın değerini bilmeden günlerinizi nasıl geçirdiğinizi anlıyorsunuz. Gerçekten aşkın, sadece ellerine dokunabildiğiniz insanın ellerini tarif edebilerek mümkün olabileceğini anlıyorsunuz. 

Belgesele dair fazla ayrıntı vermeyeceğim, izlemeyen anlayamazsınız. Ancak aklıma yer eden bir kaç kısımdan bahsedersem hapishane idam görevlisinin söyledikleri, yaşadıkları, mahkumlardan birinin kendi gibi mahkum olan babasının anlattıkları çok çarğıcıydı diyebilirim. Bu iki ad size hayat muhasebesi yaptıracak.

Sorulan sorular gerçekten harikaydı, ne suçluları daha fazla suçladılar, ne de kurbanların ailelerini daha fazla incittiler. Can alıcı detay sorulardı hikayeyi etkileyici kılan. Mahkumlardan birinin karısına, "onun ellerini tarif edebilir misin, dokunmanın nasıl bir his olduğunu" sorusu, yerinize çökmenizi sağlayacak cinstendi. 

Daha fazla içimden yazmak geliyor ama şu anda kendime aşağıda yazacağım soruyu soruyorum;
"çizginin hakkını verebildiniz mi?"

İyi seyirler.