13 Nisan 2010 Salı

A Single Man


Yönetmen: Tom FORD
Oyuncular: Colin FIRTH, Julianne MOORE
Yazan: Tom FORD, Christopher ISHERWOOD, David SCEARCE

Ölüme Dayanmak Çok Zormuş..
29. Uluslararası İstanbul Film Festivali kapsamında gösterilmiş, yoğun ilgi sebebiyle ek seanslar koyulmuş bir film olması ile ön plana çıktı. Film gay bir çiftin arasında yaşanmış, belki birçok kadın erkek ilişkisinde görülmeyecek büyüklükte bir aşk hikayesi.

Sevdiklerini kaybetmenin acısı hepimiz için, bütün insanlar için aynı aslında ama aşk başka bir şey. Günümüz dünyasında artan, normalden farklı olarak hemcinslere karşı duyulan ilgi ve cinsel yönelimlerin bir gerçek olduğu aşikar. Hikayede burdan yola çıkıyor, Christopher ISHERWOOD'un aynı adlı romanından sinemaya uyarlanmış.

16 yıl süren müthiş bir birliktelik yaşayan George ve Jim'i, bir trafik kazası sonucu ölüm ayırmıştır. Hep söylenir ya kalan nasıl sabredecek ölümün acısına diye, işte bunun cevabını buluyorsunuz filmde, geride kalmak çok kötü bir şey, ölümün yarattığı yıkıma dayanmak gerçekten zor.

Ölümü ardından George yıllar boyunca Jim'i unutamamış ve bunun yarattığı yıkımla yalnız başına mücadele etmiştir. George küçük bir üniversitede büyük işler başarabilecek bir İngilizce profesörüdür, öğrencilerine farklılıkların farkında olmaları gerektiğini sıklıkla hatırlatan bir hoca olması sebebiyle, bazı öğrencilerin dikkatlerini çekmektedir.

George'un anlatılan o tek bir gününde, öğrencilerinden birinin ona olan ilgisi, hayatıyla ilgili gidişatın kısa süreli de olsa değişmesine yol açacaktır.
Hikaye enteresan, anlatım dili çok güzel, gay çift lafı her ne kadar ilgi çekici olmasa da etkileyici bir aşk hikayesi olduğunu söylemeden geçemeyeceğim, keşke hepimizin ilgi duyduğu cinsle yaşayabileceği böyle güzel aşkları olsa demeden edemiyor insan.

A Single Man yarattığı atmosfer, oyunculukların şahaneliği ve filmin genel akışı doğrultusunda çok güzel bir film, yakında Türkiye sinemalarında gösterime gireceğini duydum, festivalde kaçıranların gitmesini şiddetle tavsiye ediyorum.





7 Nisan 2010 Çarşamba

Çocuğunuz için ne kadar fedakarlık edebilirsiniz?



Yönetmen
:
John-ho Bong
Oyuncular: Hye-ja Kim, Bin Won, Ku Jin
Yazanlar: Eun-kyo Park, Joon-ho Bong

29. Uluslararası İstanbul Film Festivali'ni açtığım film olma özelliğini taşıyan Ana, bir annenin, tam olmasa da, zihinsel engelli çocuğu için verdiği mücadelenin ve yaptığı fedakarlıkların anlatıldığı, karakterlerin tipik bir kore yapımında rahatlıkla rastlanabilecek türden olduğu, yer yer tepki bile veremeden izlenen bir film.

Filmde fakir bir anne ve onun zihinsel engelli oğlunun hikayesi anlatılıyor. Karıncayı bile incitemeyeceğini düşündüğü oğlunun cinayetle suçlanması ve bu yüzden hapse girmesi üzerine, türlü sıkıntılar içinde bir annenin oğlu için verdiği mücadeleleri anlatıyor. Filme hakim olan karanlık hava, insanı gerse de, özellikle ilk yarısı sürükleyici olmaktan çok uzak kalsa da film izleyenleri bir şekilde perdeye bağlıyor ve sıkmıyor. Bürokrasinin nasıl laşkalaştığından tutun, para ve onun kölesi olanların insanları satın alışlarına kadar bir çok günümüzün yozlaşmış konularına da dokundurmayı ihmal etmiyor yönetmen.

Diyaloglar, oyuncuların olaylara verdiği tepkiler, hepsi insana garip geliyor ama alışınca, filmin içinde gerçekten de o tepkilerin farklılık yarattığı anlaşılıyor.

Filmden çıktığımızda kendi kendimize, filmde annenin yaptıklarını biz kendi çocuğumuz için yapar mıydık diye sormadan edemedik kendi kendimize. Cevap bulamadık ama onun kadar fedakar olamayabileceğimizi düşündük.

Film -en azından beni- şaşırttı sonuyla. İzleyenlerin şanslı olduklarını düşündüğüm, kaliteli bir film olmuş. Festivale yakışan bir filmdi, gerisi de güzel gider diye umuyorum.

Emek Yıkımı!


istanbul'un, türkiye'nin en güzel sinema salonlarının başında gelen sinemadır.

ben 7 yıldır istanbul'da yaşıyorum, benim emek sinemasında öyle sürekli anlatabileceğim anılarım yok, ilk gidişimin üzerinden de çok geçmedi aslında, 26. uluslararası istanbul film festivalinde "the fountain" filmini izledim balkonundan, altyazıları çok görememiş olmama kızarken, o atmosferde film izlemenin keyfi, kızgınlığımı bastırmıştı.

daha sonra yapılan festivallerde film seçmek yerine, emek sinemasını seçiyordum, o tadı alabilmek adına.
bu sene festival yaklaşırken, listede emek sinemasının olmayacağını ve yerine alışveriş merkezi yapılacağı söylendi. şimdi merak ediyorum beyoğlu'na neden bir alışveriş merkezi yapılıyor?

istiklal caddesi başından sonuna kadar hemen her markanın kendine ait mağazalarının olduğu, cadde üzerinde bulunan pasajlarla ucuza alışveriş yapmak isteyenlere hitap eden, fast food restaurantlarından, lüks lokantalara ve cafelere kadar içinde her türlü yeme-içme mekanlarını barındıran bir cadde, şimdi böyle bir caddeye hangi mantıkla bir alışveriş merkezi yapılıyor, insanların alışveriş sıkıntısına çözüm getirmek değil, yeme-içme mekanlarının azlığı değil, ucuz ürün satışının olmaması değil, bir alışveriş merkezinin açılması için bunlardan başka ne gibi bir sebep olur onun yorumunu yapamıyorum. kimse çıkıp; açılsın, istihdam sağlar falan demesin, alışveriş merkezlerinin hali perişan, mağazalara giden yok, belirli markalar satış yapabiliyor onların dışındakiler sinek avlıyor bu durumda belli süre sonra daha çok insan parasız ve işsiz kalıyor. belli ki yine birilerini zengin ediyorlar, yıkımı üstlenen firma hollanda firmasıymış sanırım, merak ediyorum hollanda'da kaç tane tarihi mekan yıkılıp yerine alışveriş merkezi yapılıyor.

bütün avrupa barındırdığı tarihi dokuyu korumaya çalışıp, bunu turistlere göstererek üzerinden para kazanırken, bizim memleketimizde tarihi ne varsa yıkılıp yerine dev alışveriş merkezleri yapılıyor. tarihi, anıları, güzellikleri yok ediyorlar ve bunun sonunda insanları ve insanlığımızı yok ediyorlar. roma'da neredeyse bütün tarihi mekanlarda, belli bölümlerinde de olsa restorasyon çalışmaları yapılıyor, yapılan bu çalışmalar turistik gezi için gelen ziyaretçilerden alınan paralarla, kazanç olarak geri dönüyor ülkeye.
bizim ülkemizde işlemeyeni kurtarmak yerine satıyorlar, aynı zihniyetin son icraatı emek sinemasının bulunduğu binayı yıkıp yerine alışveriş merkezi yapmak.
kadir topbaş doktor ünvanlı bir mimar, bir mimar nasıl olur da uzmanı olduğu bu konularda bu derece düşüncesiz ve umursamaz davranır anlamıyorum, bunca yaptıklarına rağmen en azından bildiği bir şey olduğunu düşündüğüm bu konuda daha hassas davranması gerektiğini düşündüm(biraz iyimserim galiba).

festivalde film izlemeye emek sineması yerine, yıllarca porno film gösterilmiş beyoğlu rüya sinemasına gitmek bana çok üzüntü veriyor, tarih ve istanbul düşmanları elleriniz kırılsın!