16 Mart 2010 Salı

The Lovely Bones




Yönetmen: Peter JACKSON
Oyuncular: Rachel Weisz, Mark Wahlberg
Yazanlar: Fran Walsh, Philippa Boyens, Peter Jackson..Novel By Alice Sebold

Sizin cennetiniz nasıl?

14 yaşında, küçük bir kızın gözünden; ölümü, arada kalmanın hikayesini ve cennetin tasvirini yapan, gerçekten güzel bir film olmuş.
Film küçük bir kızın, mahalleye taşınan gizemli komşu tarafından öldürülmesi ve cinayet ortaya çıkmadığı için kızın dünya ile cennet arasında kalışını anlatıyor. Ölümü onun gözünden tarif ediyor, ailesinin gözünden verdiği acıları hissetmenizi sağlıyor.
Oyunculuklar açısından umduğumu buldum diyemem ama herkes rolünü gerektiği kadar yapmış, en fazla Susan Sarandon'ı beğendim, her zaman olduğu gibi döktürdüğü sahneler var.
Peter Jackson için söylenecek fazla söz yok, her zaman olduğu gibi yine kendine özgü mekanlar yaratarak onları etkileyici bir biçimde tasvir etmiş. Cennet, oradan dünyanın görünüşü, bir ölümün sadece hayatta kalanlara değil, ölenlere de bazı acılar verdiği gibi konuları oldukça güzel işlemiş.
Bazen "The Fountain" filminin havasını uyandırdı diyebilirim, ama gerçekten bazen ve çok nadir durumlardı bunlar.
İzlemeye değer, güzel ve sürükleyici bir film. Size nasıl bir cennet beni bekliyor diye düşündürebilir, eğer cennetin veya cehennemin varlığına inanıyorsanız.
Her film bir soru sorar bana göre bu filmin sorusuna şimdilik cevap bulamadım, ama zamanı gelince ben de dahil herkes eminim bulacaktır.
Susie'nin cenneti kendi gibiydi, umarım bizimkiler de öyle olurlar.
Not: Film halen gösterimde.

11 Mart 2010 Perşembe

Başka Dilde Aşk


Yönetmen:İlksen BAŞARIR

Yazanlar: Mert FIRAT, İlksen BAŞARIR

Tür:Romantik


Hiç konuşmadan anlaşabilir miyiz?


Uzun zamandır izlediğim en iyi Türk filmiydi demek yanlış olmayacaktır. Daha da iddialı bir şekilde; izlediğim en iyi romantik Türk filmiydi diyebilirim.

Bizler farkında olmasak da birlikte yaşadığımız binlerce, belki milyonlarca engelli vatandaşımız var ülkemizde. Onları görmüyoruz, dikkat etmiyoruz, birçok kişi umursamıyor bile. Birlikte yaşamayı öğrenememiş bir toplum olarak bizlere aşk üzerinden güzel bir ders veriyor film. Zihni eksik olduğu için engelli olmayı eksiklik gören insanların varlığını gözümüze sokuyor.

Başka Dilde Aşk kendi dünyasında yaşayan, grafik tasarımcı olduğu halde kütüphanede çalışan, işitme engelli bir erkek ve çağrı merkezinde çalışan güzel bir kız arasında geçiyor. İlk bakışta birbirine ne kadar uzak iki tip insandan bahsediyoruz aslında, işitme engelli çocuk ve güzel kızın aşkı; işte öyle çok da ütopik değil bu durum. Film bize bunu kanıtlar nitelikte gelişiyor.

Harika denilebilecek oyunculuklarla süslü bir film olmuş, özellikle işitme engelli erkeği canlandıran Mert FIRAT son dönemin en iyi performanslarından birini sergilemiş. Yan roller çok başarılı, onlara yazılan hikayeler son derece uygun olmuş. Kendi iç dünyasından çıkamayan insanlar, yıllarca gerçeklerle yüzleşme korkusunu atamayanlar, takıntılı aşıklar, sömürülen gençlik ve önyargılarımız. Esas hikaye önyargılarımız aslında, kurtulamadığımız, farkında olmadığımız, kurtulmak için çaba sarfetmediğimiz önyargılarımız.

Film sıkmadan, akıcı bir şekilde gelişiyor ve sonlanıyor. Engelli olmayı acınacak bir durum gibi göstermiyor, duygu sömürüsüne girmiyor, bazen insanlara karşı öfkelenmeye sebep oluyor ama kesinlikle acıma hissi uyandırmıyor.

Ben bu film sayesinde anladım ki; her Türkçe filme kesinlikle ama kesinlikle altyazı koyulmalı, bugüne kadar sinemalarımızda işitme engelli vatandaşlarımızı hiçe sayıyormuşuz.
Filmin sorduğu sorunun cevabı basit; konuşmadan anlaşabiliriz ama düşünmeden asla anlaşamayız.


Not: Henüz dvdsi çıkmadı sanıyorum. Ancak Beyoğlu Yeşilçam sinemasında gösterimi sürüyor.

2 Mart 2010 Salı

500 Days Of Summer


Yönetmen: Marc Webb
Yazanlar: Scott Neustadter &Michael H. Weber
Türü: Komedi, Dram, Romantik


Aşk hayatımızı kader mi belirler yoksa tesadüfler mi?

İşte bu sorunun cevabını arıyor "500 Days Of Summer", buluyor mu, bulamıyor mu o izleyiciden izleyiciye göre değişiyor işte.

"500 Days Of Summer" klasik bir romantik komedi filmi değil, içinde çok daha fazlasını barındırıyor, sorguluyor, klişe romantik komedi filmleri kadar güldürüp eğlendirmiyor, aşkın çektirebileceği acılara tanıklık etmemizi, çok süründürmeden, acitasyona girmeden bizlere gösteriyor.

Film biten ilişkilerin ardından mutlu günleri düşünüp acı çektiğimizi ve sürekli bunun özlemiyle kendi hayatımızı berbat ettiğimizi gözüme sokuyor, olanı biteni görmeden, dışarıya bakmadan geçirilmiş günler, aylar, hatta yıllar. Yanlışlığın, yanlışların, aslında birer işaret olan ama görmek istemediğimiz herşeyin nasıl sonradan farkına vardığımızı Tom'un gözünden bize gösteriyor.

Filmin sonunda Tom'un geç de olsa farkına vardığı bazı gerçeklerin farkına varabilmeyi herkesin istediğine eminim. Yanlış anlaşılmasın filmin aşkın kötü birşey olduğunu anlatmıyor, acı çektirmeyen aşklar da var elbette, sadece bir bakış açısı diyelim filmin içeriğine.

Benim filmdeki favori diyaloğumu yazmadan edemiyorum;


Au..:seni daha önce gördüm mü?

Tom: beni mi? Sanmıyorum..

Au...:Angeles Plaza'ya gider misin?

Tom: Evet, sürekli. Şehirdeki en sevdiğim yerdir.

Au..: Seni orada gördüm galiba

Tom: Gerçekten mi?

Au..: Evet..

Tom: Ben seni görmedim

Au...: Belki bakmadığın içindir!


Tesadüfler mi? Kader mi? siz seçin..


Not: Filmin DVDsi şu anda satışta