26 Aralık 2011 Pazartesi

Hugo


Yönetmen: Martin Scorsese
Yazanlar: John Logan, Brian Selznick
Oyuncular: Ben Kingsley, Asa Butterfield

Filmin ismi sizi yanıltmasın, bu filmde ne Tolga abi var ne de 6 tuşuna basınca sağa giden Hugo. Hugo, Fransa'da tren garındaki saatlerin çalışmasını sağlayan küçük bir çocuğun ismi.

Film bir çocuk ve onun tamir etmeye çalıştığı oyuncakla ulaştığı sonu hikaye edinerek, sinema tarihine ve gelişimine gönderme yaparak, insanın bir amaç uğruna yaşaması gerektiğini vurguluyor. Genel olarak izlenmeye değer bir film olmayı başarmış. 3 boyutlu olması görsel açıdan güzellik katıyor tabi görüntü kalitesi olarak da avatar kadar olmasa bile çok başarılı bir film, son derece net ve gerçekçi görüntülerle bu açıdan oldukça tad veriyor. Brian Selznick'in ünlü kitabından sinemaya uyarlanmış film bir nevi sinema tarihine de saygı niteliğinde ve sinema tarihinin başlangıcına değiniyor.

Filmi güzel bulma sebebimin sinemaya olan sevgiyi eski bir yönetmen üzerinden, şahane bir biçimde anlatıyor olması, yoksa filmin olumsuz eleştirilecek bir çok noktası var. Öncelikle Paris'de geçen bir filmde karakterlere İngiliz aksanıyla ingilizce konuşturmak kesinlikle olmamış. Filme bağlanamıyor insan, Paris manzaraları bu kadar muhteşemken, Fransızca'yı da dil olarak belirleseler çok daha çekici ve mantıklı olacakmış. Hikayenin akışında büyük aksaklıklar var, filmde birden fazla insanın hikayesine değinilirken, bazıları sonuçsuz ve havada kalıyor. Filmden çıkan bir çok insanın bu hikayeleri kafasında birleştiremediğini düşünüyorum. Çok akıcı bir film olmaması sebebiyle de insanlar çabuk sıkılıp, filmden kopabiliyorlar. Oyunculuklar vasatın biraz üstünde, filmi idare edecek kadar. Bazılarıysa gerçekten kötü olmuş, özellikle Helen McCrory'nin (Gabriel Méliés'in karısı) oyunculuğunu çok başarısız ve itici buldum. Gabriel Méliés'i canlandıran Ben Kingsley ise yaşadığı hissiyatı tam verememiş. Onu, hikayesini anlatırken devreye giren görüntüler kurtarmış.

Bir kaç söz de Hugo Cabret rolünü canlandıran Asa Butterfield'a söylemek gerekirse, rolünün altından başarıyla kalkmış görünüyor. Ancak etkileyicilik anlamında bana göre o da vasatın biraz üzerinde, yaşadığı maceranın içine bizi tam anlamıyla sokarak, iz bırakacak bir performans gösteremiyor. Ama bu çocuğu ilerde daha da çok filmde göreceğimizi düşünüyorum.

Sinemanın babası olarak nitelenen ve bugün bile geliştirilip kullanılan birçok tekniği yaratan George Méliés'in hikayesi, sinema tarihine ait bilgiler ve sinemayı anlatmak için kurulan o güzel cümleler gerçekten etkileyici. O bölümlerde koltuğuma gömüldüm ve sadece filme odaklandım zaten bu kısmı da benim filmi beğenmeme yetti. Rüya sahnesinin yeri ise ayrı, muhteşemdi. Gidilip izlenmeye değer ancak ödül alabilecek bir film olduğunu düşünmüyorum ama tabi ödül veren jüriler benim gibi basit şeyleri inceleyip buna karar vermiyor, bunu ilerleyen günlerde bekleyip göreceğiz.

Unutmayın
Sinema gündüz görülen bir rüyadır..

Not: İsteyenler için filmde de gösterilen George Méliés'e ait, 1902 yapımı Trip To The Moon filminin linkini de buldum.

http://www.youtube.com/watch?v=oYRemE9Oeso&feature=fvst

Herkese iyi seyirler..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder